Kişinin veya toplumun kendisini nasıl gördüğü önemli değildir. Önemli, olan nasıl göründüğüdür. Özellikle toplum, zaman içerisinde kendisini değişime bırakır ve üzerinde pıhtılaşıp kalan yabancı unsurların rengine bürünüp asli renginden soyutlanarak benliğini kaybeder.
Değişim süreci içerisinde öz kültürünü kaybeden toplum kendisine yabancılaşır. Ama bunun farkında olamadığı için aynaya baktığında gördüğünü kendisi zanneder. Toplum içerisinden birileri çıkıp bu biz değiliz diye uyarılarda bulunduğunda da toplumun bütün organları bu uyarıyı yanlış algılayarak direnç noktası oluşturmaya kalkışan bu uyarıcı bireyleri ve unsurları dışlama ve yok etme yarışına girerler.
Bir toplumun bütün milli ve manevi değerleri o toplumun namusudur. Namusa gelen helâli en son duyan ise namus bekçisidir. Bireyleri mankurtlaşmış bir toplumun öz değerlerini canlı tutma, geliştirme gibi bir derdi olmadığı gibi ölümüne, öldürülmesine de ses çıkarmaz.
Toplumun ayakta kalmasını, kimliğiyle yaşamasını sağlayan en önemli unsurlardan bir tanesi de dildir. Benliğini kaybeden kimliğini kaybeder ve istese de istemese de kendisine başka bir kimlik verilir.
Türk toplumunun bireyleri olarak bize de yabancı bir kimlik verilmiş olabilir mi diye düşünebiliriz, şayet düşünme yetimizi kaybetmemiş isek. Deve kuşu gibi kafamızı kuma gömersek göremeyiz. Kabul etsek de etmesek de ben şahsen bize de bir yabancı kimliği veya kimlikleri verildiği kanaatini taşıyorum.
Asırlar boyunca gayri milletlerin dili güzel Türkçemizi tarumar etmiş, kültürümüzün bir parçası olan dilimizi öz Türkçe olmaktan çıkarmıştır. Dolayısıyla kimliğimizde de bir değişime neden olmuştur. Dilimize yerleşip günlük hayatta kullandığımız sözcükler her ne kadar Türkçeleşmiş diyerek kullansak da, ortada sözcüklerde Türkçeleşmeden ziyade bizde bir yabancılaşmanın olduğu görülmektedir. Bunu biz görmesek de birileri bize gösteriyor.
Şöyle ki: Aşağıya alıntılama yaptığım şiirimi okuyan ve bizde olduğu gibi kendi öz kimliğini kaybeden Pakistanlı bir Hazara Türkü bu şiirin bir Türk şiiri olmadığını bunu yazan kişinin bir Tacik olabileceğini söylemesi şahsen beni şaşırttı.
Güneş Tutalım
Ben Beyrek olayım sen Banı Çiçek,
Destanlar yaratan bir eş tutalım.
Nikâhımız olsun gök mavi sevda,
Tanrı’nın aşkıyla özdeş tutalım.
Kudrettir aşıran nice balkanı,
Götürür menzile erken kalkanı,
Uykusundan uyandırıp volkanı,
Yanık gönlümüzde ateş tutalım.
Önümüze düşen gelinen çağda,
İster bir ovada ister bir dağda,
Dokuz tuğ altında altın otağda,
Meydan dileyerek güreş tutalım.
Ay’ın ışığında boğulsun Albız,
Vekilimiz kalsın Gün ile Yıldız,
Dağ’ın huzurunda dirilsin Oğuz,
Gök ile Deniz’i kardeş tutalım.
Gölgede bırakıp Kervankıran’ı,
Vuslatî der doğsun gecenin tanı,
Titretsin acunu hanların hanı,
Bozkırın üstüne güneş tutalım.
Neden öyle söylediğine ben kendimce söyle baktım: Destan, ateş, Kervankıran, Banu Farsça. Han konaklama yeri anlamında kullanıldığı zaman Farsça, unvan olarak kullanıldığında ise Türkçe. Nikâh, mavi, sevda, aşk, kudret, menzil, meydan, vekil, huzur, vuslat, Osman Arapça. Volkan Fransızca. Yorum siz değerli okuyuculara ait.
Osman Öcal |